Ali İmran suresi 146. ayeti okunuşu , Ayet kelimesinin türkçe karşılığı.

  1. Ayet
  2. mp3
  3. Sayfada
Ali İmran suresi 146 ayeti okunuşu - Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Resmi Kur'an-ı Kerim Sayfasıdır , Abdulbaki Gölpınarlı meali, Kuran Araştırmaları Vakfı & ayet nasıl okunur : Ali İmran suresi - Al Imran aya 146 (The Family of Imraan).
  
   

﴿وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ ﴾ [آل عمران: 146]

ayet arapça & türkçe okunuşu

Vekeeyyin min nebiyyin kâtele me’ahu ribbiyyûne keśîrun femâ vehenû limâ esâbehum fî sebîli(A)llâhi vemâ da’ufû vemâ-stekânû(k) va(A)llâhu yuhibbu-ssâbirîn(e) [Ali İmran: 146]


Meal Kur'an-ı Kerim - Diyanet

Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever. [Ali İmran: 146]


Ali İmran Suresi 146. ayet tefsiri

Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmelerde, menfi durumlar karşısında irade zaafına uğrayan mü’minlerin, azimlerini toplayarak mücadeleye devamlarını sağlamak için önceki peygamberlerin ashâbının hallerinden örnekler vermektedir. müslümanlardan, peygamberlerinin yanında yılmadan usanmadan savaşan, hiçbir zafiyet ve gevşeklik göstermeyen, bilakis sabır ve sebat gösteren bu kimseler gibi olmalarını istemektedir. ( Taberî, Câmi‘u’l-beyân, IV, 155-156 )[ 1 ]

146. âyette geçen رِبِّيُّونَ ( ribbiyyûn ) kelimesi, “ rabbânî ” gibi “ Rabbe kulluk eden ” demektir. Rabbânî, terbiyeci demek olan “ rabbe ”den gelir. “ Ribbî ” de cemaat demek olan “ ribbe ” kelimesinden gelip “ cemaat, toplum ” anlamında kullanılmıştır. Bunlardan başka “ evvelûn ” yani öncekiler mânasına da gelir. “ Rabbânî ” ile “ ribbî ” arasında şöyle bir mâna farkı vardır: Rabbânî, veli imamlar, ribbî de halkdır. Buna göre rabbânî ve ribbî ikisi de “ Yüce Rabbe bağlı ” mânasını içermekle beraber, “ ribbî ” ribbe bağlanmakla terbiye ve öğrenim görmüş topluluk; “ rabbânî ” de rabbe bağlanmakla diğerlerine öğretim ve eğitim yaptırabilecek yüksek seviyede bulunanlar diye ayırım yapılması en uygun mâna olacaktır. ( bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, IV, 156; Elmalılı, Hak Dini, II, 1197 )

Burada söz konusu kişilerde olmayan menfi vasıflar zikredilirken, “ vehn ” ve “ za’f ” kelimeleri birlikte zikredilmiştir. Halbuki bunlar mâna cihetiyle birbirlerine oldukça yakındır. Ancak bunların peşpeşe zikredilmelerinde bir hikmet ve incelik bulunmaktadır: اَلْوَهْنُ ( vehn ), bir ameli yapmaya ve bir işe girişmeye karşı gücün oldukça az olmasıdır. اَلضَّعْفُ ( za‘f ) ise bedendeki kuvvetin zıddı, yani kuvvetin olmayışı mânasındadır. Vehn, azimete daha yakındır. Za’f ise, mukavemet esnasında gevşeklik göstermek ve teslim olmak demektir. اَلْإسْتِكَانَةُ ( istikâne ), boyun bükmek ve alçalmak mânasındadır. Savaş esnasında azimet kaybolup azalar gevşeyince düşmana boyun eğmekten başka çare kalmaz. ( İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, IV, 118-119 )

İşte peygamberlere tabi olan insanların durumu böyle olunca, ilim ehli ve hakikat tabilerine gereken, hiçbir engelin, hiçbir çilenin onları kudretsizliğe, kuvvetsizliğe, gevşekliğe ve zillete düşürmemesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz hep böyle davranmış, ashâbını da sabırlı ve metanetli olmaya teşvik etmiştir.

Habbâb bin Eret ( r.a. ) anlatıyor:

“ Resûlullah ( s.a.s. ) Kâbe’nin gölgesinde bir bürdeyi yastık yapmış uzanırken yanına geldim. O zaman müşriklerden büyük işkenceler görüyorduk. Allah Resûlü’ne:

«– Bize yardım etmeyecek misin, bizim için Allah’a yalvarmayacak mısın?» diye şikâyette bulunduk. Efendimiz mübârek yüzü kızarmış olarak kalkıp oturdu ve şöyle buyurdu:

«– Sizden önce öyleleri vardı ki kişi yakalanıyor, önceden hazırlanan çukura gömülüyor, sonra getirilen bir testereyle başının ortasından ikiye bölünüyordu. Ancak bu yapılanlar onu dîninden aslâ döndüremiyordu. Yine öyleleri vardı ki demir taraklarla taranıyor, kemiklerinin üzerinde et ve sinirlerden başka bir şey kalmıyordu. Ancak bu yapılanlar da onu dîninden aslâ döndüremiyordu. Yemin ederim ki Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyleki bir yolcu devesine binecek, San’â’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek de Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak. Koyunu için de Sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.» ” ( Buhârî, Menâkıb 25; Menâkıbu’l- Ensâr 29 )

Peygamberlerin yanlarında bulunan bu ilim ve fazilet sahibi insanların, en zor şartlarda bile gönülleri ve bedenleriyle azimet, gayret, fedakârlık, sabır ve metanet içinde oldukları gibi, dilleriyle de Yüce Rablerine daimî bir niyaz halinde bulundukları haber verilmektedir. Hiç menfi bir şey söylememekte, sızlanmamakta; bilakis sürekli dua hâlinde yegâne kuvvet ve kudret sahibi Allah’a iltica ve niyâz etmektedirler. Nefislerinin zararından, bilmeden işledikleri günahların tehlikesinden ve herhangi bir hususta Allah’ın emrinin dışına çıkmaktan yine Allah’a sığınmakta ve af talep etmektedirler: “ Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizde gösterdiğimiz taşkınlıkları bağışla, ayaklarımızı sâbit kıl! Şu kâfirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan eyle! ” ( Âl-i İmrân 3/147 )

Görüldüğü üzere başlarına gelen musibetler, onların gönlünde Allah’ın yardım va‘dinin doğruluğu hususunda bir tereddüde sebep olmamaktadır. Bilakis onlar, bu tür iptilaların birer imtihan vesilesi olduğu ve bir hikmeti bulunduğu şuuru içindedirler. Diğer taraftan başlarına gelen bu iptilaların, Allah’ın dinine yardımda eksik davranmalarına yahut sorumluluk emanetini tam olarak yerine getirmede kusurlu olmalarına bir ceza olduğunu da düşünmüş olabilirler. Bu sebeple, musibetin gelişi sırasında günahlarının bağışlanmasını istemişler, sonra da Allah’tan yardım talebinde bulunmuşlardır. Allah Teâlâ da onlar ve onlar gibi olanların dualarına hemen icâbet etmekte ve onlara hem dünya hem de âhiretin hayrını ve güzelliklerini bağışlamaktadır. Dünya hayrı, dünyada kazanılan zaferler ve ganimetlerdir. Âhiret hayrı ise, orada elde edilecek hayırlı akıbet yani cennet ve Allah’ın rızâsıdır.

Bu nimetlere ulaşmanın birinci şartı, kâfirlere itaattan uzak durup gerçek dost ve yardımcı olan Allah’a yönelmektir:

[ 1 ] 146. âyette geçen “ savaştı ” mânasına gelen قَاتَلَ ( kâtele ) fiili mechûl olarak ve “ öldürüldü ” mânasında قُوتِلَ ( kûtile ) şeklinde de okunmuştur. Bu kıraate göre cümlenin mânası şöyle olmaktadır: “ Beraberlerinde, kendilerini Allah’a adamış pek çok kimse olduğu halde nice peygamberler öldürüldü. ” Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, özellikle İsrâiloğulları’nın pek çok peygamberi öldürdüklerini haber vermektedir. ( bk. Bakara 2/61, 91 )


Ömer Çelik Tefsiri
Ali İmran suresi Diyanet

Ali İmran'den 146 Ayeti'ni dinle


Ali İmran suresi 146 ayeti anlamı - okunuşu

Nice peygamberler gelip geçti ki, kendilerini Allah’a adamış pek çok kimse onlarla beraber savaştılar. Onlar, Allah yolunda başlarına gelen sıkıntılardan dolayı gevşemediler, zaafa düşmediler ve düşmana boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.


Mokhtasar tefsiri

Allah`ın peygamberlerinden nice peygamber gelmiştir ki, ona tabi olan birçok topluluk onunla birlikte savaşmıştır. Allah yolunda savaşırken onlara isabet eden ölüm ve yaralanma sebebiyle cihat etmekten korkmamışlardır. Düşmanla savaşmaktan zaafa düşmeyip, boyun eğmemişlerdir. Bilakis sabredip sebat etmişlerdir. Allah, kendi yolunda sıkıntı ve zorluklara sabredenleri sever.


Ali Fikri Yavuz

Nice Peygamberler vardı ki, beraberlerinde bir çok âlimler savaştı da Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı ümitsizliğe düşmediler, zaaf göstermediler, miskinlik etmediler. Allah sabredenleri sever


İngilizce - Sahih International


And how many a prophet [fought and] with him fought many religious scholars. But they never lost assurance due to what afflicted them in the cause of Allah, nor did they weaken or submit. And Allah loves the steadfast.

Ali İmran suresi oku

Abdulbaki Gölpınarlı meali


Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber birçok bilginler, savaşa girişti. Onlar, Allah yolunda başlarına gelenlere dayandılar, ne gevşediler, ne zayıflık gösterdiler, ne de boyun eğdiler ve Allah, sabredenleri sever.


Azerice Bunyadov Memmedeliyev


Neçə-neçə peyğəmbər bir yığın allahpərəstlə (Allah adamı ilə) birlikdə (düşmənə qarşı) vuruşmuşlar. Lakin onlar Allah yolunda çəkdikləri müsibətlərə görə nə zəiflik, nə acizlik göstərmiş, nə də (kafirlərə) boyun əymişlər. Allah səbr edənləri sevər!


Kuran Araştırmaları Vakfı


Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

Ali İmran suresi (Al Imran) 146 ayeti arapça okunuşu

﴿وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا ۗ وَاللَّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
[ آل عمران: 146]

vekeeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir fema vehenu lima esabehüm fi sebilil lahi vema daufu veme stekanu Vallahü yühibbus sabirin

وكأين من نبي قاتل معه ربيون كثير فما وهنوا لما أصابهم في سبيل الله وما ضعفوا وما استكانوا والله يحب الصابرين

سورة: آل عمران - آية: ( 146 )  - جزء: ( 4 )  -  صفحة: ( 68 )


English Türkçe Indonesia
Русский Français فارسی
تفسير انجليزي اعراب

Türkçe Kur'an-ı Kerim ayetler

  1. Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı?
  2. İçinizde yalanlayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.
  3. And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik.
  4. "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcılar gönder" dediler.
  5. Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?
  6. "Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerden başkası Allah'ın
  7. Onlar verdikleri sözleri yerine getirirler, fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar.
  8. "Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin etti.
  9. Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır.
  10. Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği

türkçe Kuran sureleri :

Bakara suresi Âl-i İmrân Nisâ suresi
Mâide suresi Yûsuf suresi İbrâhîm suresi
Hicr suresi Kehf suresi Meryem suresi
Hac suresi Kasas suresi Ankebût suresi
As-Sajdah Yâsîn suresi Duhân suresi
fetih suresi Hucurât suresi Kâf suresi
Necm suresi Rahmân suresi vakıa suresi
Haşr suresi Mülk suresi Hâkka suresi
İnşikâk suresi Alâ suresi Gâşiye suresi

En ünlü Kur'an okuyucularının sesiyle surah Ali İmran indirin:

Ali İmran Suresi mp3 : Ali İmran suresini dinlemek ve indirmek için okuyucuyu seçin Yüksek kalitede tamamlayın
Ali İmran Suresi Ahmed El Agamy
Ahmed Al Ajmy
Ali İmran Suresi Bandar Balila
Bandar Balila
Ali İmran Suresi Khalid Al Jalil
Khalid Al Jalil
Ali İmran Suresi Saad Al Ghamdi
Saad Al Ghamdi
Ali İmran Suresi Saud Al Shuraim
Saud Al Shuraim
Ali İmran Suresi Abdul Basit Abdul Samad
Abdul Basit
Ali İmran Suresi Abdul Rashid Sufi
Abdul Rashid Sufi
Ali İmran Suresi Abdullah Basfar
Abdullah Basfar
Ali İmran Suresi Abdullah Awwad Al Juhani
Abdullah Al Juhani
Ali İmran Suresi Fares Abbad
Fares Abbad
Ali İmran Suresi Maher Al Muaiqly
Maher Al Muaiqly
Ali İmran Suresi Muhammad Siddiq Al Minshawi
Al Minshawi
Ali İmran Suresi Al Hosary
Al Hosary
Ali İmran Suresi Al-afasi
Mishari Al-afasi
Ali İmran Suresi Yasser Al Dosari
Yasser Al Dosari


Sunday, December 22, 2024

Bizim için dua et, teşekkürler