سورة الواقعة بالتركية

  1. استمع للسورة
  2. سور أخرى
  3. ترجمة السورة
القرآن الكريم | ترجمة معاني القرآن | اللغة التركية | سورة الواقعة | Waqiah - عدد آياتها 96 - رقم السورة في المصحف: 56 - معنى السورة بالإنجليزية: The Inevitable, The Event.

إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ(1)

Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.

لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ(2)

Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.

خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ(3)

Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.

إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا(4)

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا(5)

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

فَكَانَتْ هَبَاءً مُّنبَثًّا(6)

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً(7)

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ(8)

İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!

وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ(9)

Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ(10)

İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır.

أُولَٰئِكَ الْمُقَرَّبُونَ(11)

Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ(12)

Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.

ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ(13)

Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ(14)

Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

عَلَىٰ سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ(15)

Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.

مُّتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ(16)

Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ(17)

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ(18)

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

لَّا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ(19)

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ(20)

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ(21)

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

وَحُورٌ عِينٌ(22)

İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ(23)

İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(24)

İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا(25)

Sadece selama karşılık selam sözü işitirler.

إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا(26)

Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!

وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ(27)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ(28)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ(29)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ(30)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

وَمَاءٍ مَّسْكُوبٍ(31)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ(32)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ(33)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ(34)

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاءً(35)

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا(36)

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

عُرُبًا أَتْرَابًا(37)

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ(38)

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ(39)

Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ(40)

Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ(41)

Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!

فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ(42)

İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.

وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ(43)

İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.

لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ(44)

İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.

إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُتْرَفِينَ(45)

Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ(46)

Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.

وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ(47)

Şöyle söylerlerdi: "Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?"

أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ(48)

"Önce gelip geçmiş babalarımız da mı?"

قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ(49)

De ki: "Şüphesiz öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır."

لَمَجْمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ(50)

De ki: "Şüphesiz öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır."

ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ(51)

Sonra, siz ey sapıklar, yalanlayanlar!

لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ(52)

Doğrusu bir zakkum ağacından yiyeceksiniz.

فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ(53)

Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ(54)

Onun üzerine kaynar su içeceksiniz;

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ(55)

Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz;

هَٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ(56)

İşte onlara, ceza günü sunulacak konukluk budur.

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ(57)

Sizi yaratan Biziz; hala tasdik etmez misiniz?

أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ(58)

Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz mi yaratmaktayız?

أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ(59)

Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz mi yaratmaktayız?

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ(60)

Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.

عَلَىٰ أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ(61)

Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَىٰ فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ(62)

And olsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz, yine de düşünmez misiniz?

أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ(63)

Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?

أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ(64)

Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?

لَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ(65)

Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; "Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık".

إِنَّا لَمُغْرَمُونَ(66)

Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; "Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık".

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ(67)

Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; "Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık".

أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاءَ الَّذِي تَشْرَبُونَ(68)

Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz yoksa onu Biz mi indiririz?

أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ(69)

Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz yoksa onu Biz mi indiririz?

لَوْ نَشَاءُ جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ(70)

Dileseydik onu acılaştırırdık; hala şükretmez misiniz?

أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ(71)

Söyleyin; yaktığınız ateşin ağacını var eden sizler misiniz, yoksa onu Biz mi var ederiz?

أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِئُونَ(72)

Söyleyin; yaktığınız ateşin ağacını var eden sizler misiniz, yoksa onu Biz mi var ederiz?

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ(73)

Biz onu bir ibret ve çölde konaklayanlar için yararlı kıldık.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ(74)

Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.

۞ فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ(75)

Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!

وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ(76)

Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ(77)

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ(78)

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ(79)

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ(80)

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

أَفَبِهَٰذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ(81)

Siz bu sözü mü hor görüyorsunuz?

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ(82)

Rızkınıza şükredeceğiniz yere onu vereni mi yalanlıyorsunuz?

فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ(83)

Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.

وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ(84)

Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَٰكِن لَّا تُبْصِرُونَ(85)

Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.

فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ(86)

Siz dirilip yaptıklarınıza karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!

تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ(87)

Siz dirilip yaptıklarınıza karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!

فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ(88)

Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.

فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ(89)

Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.

وَأَمَّا إِن كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ(90)

Eğer defteri sağdan verilenlerden ise,

فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ(91)

"Ey sağcılardan olan kişi, sana selam olsun!" denir.

وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ(92)

Eğer, sapık yalancılardan ise,

فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ(93)

Ona kaynar sudan konukluk sunulur.

وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ(94)

Cehenneme sokulur.

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ(95)

Doğrusu kesin gerçek budur.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ(96)

Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.


المزيد من السور باللغة التركية:

سورة البقرة آل عمران سورة النساء
سورة المائدة سورة يوسف سورة ابراهيم
سورة الحجر سورة الكهف سورة مريم
سورة السجدة سورة يس سورة الدخان
سورة النجم سورة الرحمن سورة الواقعة
سورة الحشر سورة الملك سورة الحاقة

تحميل سورة الواقعة بصوت أشهر القراء :

قم باختيار القارئ للاستماع و تحميل سورة الواقعة كاملة بجودة عالية
سورة الواقعة أحمد العجمي
أحمد العجمي
سورة الواقعة خالد الجليل
خالد الجليل
سورة الواقعة سعد الغامدي
سعد الغامدي
سورة الواقعة سعود الشريم
سعود الشريم
سورة الواقعة عبد الباسط عبد الصمد
عبد الباسط
سورة الواقعة عبد الله عواد الجهني
عبد الله الجهني
سورة الواقعة علي الحذيفي
علي الحذيفي
سورة الواقعة فارس عباد
فارس عباد
سورة الواقعة ماهر المعيقلي
ماهر المعيقلي
سورة الواقعة محمد جبريل
محمد جبريل
سورة الواقعة محمد صديق المنشاوي
المنشاوي
سورة الواقعة الحصري
الحصري
سورة الواقعة العفاسي
مشاري العفاسي
سورة الواقعة ناصر القطامي
ناصر القطامي
سورة الواقعة ياسر الدوسري
ياسر الدوسري



Thursday, November 21, 2024

لا تنسنا من دعوة صالحة بظهر الغيب