وَالصَّافَّاتِ صَفًّا(1) Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir. |
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا(2) Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir. |
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا(3) Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir. |
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ(4) Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir. |
رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ(5) Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir. |
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ(6) Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. |
وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ(7) Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk. |
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ(8) Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır. |
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ(9) Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır. |
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ(10) Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir. |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ(11) Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı? Aslında Biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmışızdır. |
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ(12) Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seni alaya alıyorlar. |
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ(13) Onlara öğüt verildiğinde öğüt dinlemezler. |
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ(14) Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar. |
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ(15) "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler. |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ(16) "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler. |
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ(17) "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler. |
قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَاخِرُونَ(18) De ki: "Evet hem de zelil ve hakir olarak." |
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ(19) Tek bir çığlık. Hemen bakıp kalırlar. |
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ(20) Şöyle derler: "Vay bize! İşte bu ceza günüdür." |
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ(21) Onlara: "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür" denir. |
۞ احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ(22) İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun." |
مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ(23) İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun." |
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ(24) "Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." |
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ(25) Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?" |
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ(26) Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır. |
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ(27) Birbirlerine dönüp soruşurlar. |
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ(28) İleri gelenlerine: "Doğrusu siz bize sureti hakdan görünürdünüz" derler. |
قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ(29) Onlar da şöyle derler: "Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz." |
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ(30) "Bizim sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz." |
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ(31) "Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. şüphesiz azabı tadacağız." |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ(32) "Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık". |
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ(33) O gün hepsi azabda birleşirler. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ(34) Doğrusu suçlulara böyle yaparız. |
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ(35) Onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur" denildiği zaman şüphesiz büyüklenirler. |
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ(36) "Deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım?" derlerdi. |
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ(37) Hayır; o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri doğrulamıştı. |
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ(38) Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız. |
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ(39) Yaptığınızdan başka birşeyle cezalanmayacaksınız. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ(40) Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır. |
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ(41) İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur. |
فَوَاكِهُ ۖ وَهُم مُّكْرَمُونَ(42) İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur. |
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ(43) İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur. |
عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ(44) İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur. |
يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ(45) Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur. |
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ(46) Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur. |
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ(47) Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur. |
وَعِندَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ(48) Yanlarında, örtülü yumurta gibi (bembeyaz), bakışlarını da yalnız eşlerine çevirmiş güzel gözlüler vardır. |
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ(49) Yanlarında, örtülü yumurta gibi (bembeyaz), bakışlarını da yalnız eşlerine çevirmiş güzel gözlüler vardır. |
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ(50) Birbirlerine dönüp sorarlar: |
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ(51) İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: 'Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?' derdi." |
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ(52) İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: 'Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?' derdi." |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ(53) İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: 'Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?' derdi." |
قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ(54) Yanındakilere: "Siz onu bilir misiniz?" der. |
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ(55) Bir bakar onu cehennemin ortasında görür. |
قَالَ تَاللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ(56) Ona der ki: "Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin." |
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ(57) "Eğer Rabbimin lütfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum." |
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ(58) "Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azap da görmeyeceğiz ha?" |
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ(59) "Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azap da görmeyeceğiz ha?" |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ(60) İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur. |
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ(61) Çalışanlar bunun için çalışsın. |
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ(62) Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? |
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ(63) Biz o ağacı, zalimler için bir dert yaptık. |
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ(64) O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. |
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ(65) Tomurcukları şeytan başı gibidir. |
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ(66) İşte cehennemlikler bundan yerler, karınlarını onunla doldururlar. |
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ(67) Sonra, üzerine kaynar su katılmış içki şüphesiz onlar içindir. |
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ(68) Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir. |
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ(69) Onlar babalarını şüphesiz sapık kimseler olarak bulmuşlardı. |
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ(70) Öyleyken yine de onların izlerinden kovalanırcasına koşturuyorlardı. |
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ(71) Onlardan önce, evvelki ümmetlerin çoğu, and olsun ki sapıtmıştı. |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ(72) And olsun ki, içlerine uyarıcılar göndermiştik. |
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ(73) Uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak! |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ(74) Allah'ın, O'na içten bağlanan kulları bunun dışındadır. |
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ(75) And olsun ki, Nuh Bize seslenmişti de duasına ne güzel icabet etmiştik. |
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ(76) Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. |
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ(77) Ancak onun soyunu sürekli kıldık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ(78) Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nuh'a selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık. |
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ(79) Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nuh'a selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(80) İşte Biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız. |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ(81) Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı. |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ(82) Sonra, diğerlerini suda boğduk. |
۞ وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ(83) İbrahim de şüphesiz O'nun yolunda olanlardandı. |
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ(84) Nitekim Rabbine temiz bir kalple geldi. |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ(85) İbrahim babasına ve milletine şöyle demişti: "Nelere kulluk ediyorsunuz?" |
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ(86) "Allah'ı bırakıp uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?" |
فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ(87) "Alemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?" |
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ(88) İbrahim yıldızlara bir göz attı ve "Ben rahatsızım" dedi. |
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ(89) İbrahim yıldızlara bir göz attı ve "Ben rahatsızım" dedi. |
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ(90) Onu bırakıp gittiler. |
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ(91) O da onların tanrılarına gizlice yönelip: "Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o, konuşmuyor musunuz?" dedi. |
مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ(92) O da onların tanrılarına gizlice yönelip: "Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o, konuşmuyor musunuz?" dedi. |
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ(93) Sonunda, üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu. |
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ(94) Bunun üzerine putperestler koşarak ona geldiler. |
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ(95) İbrahim onlara şöyle söyledi: "Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır." |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ(96) İbrahim onlara şöyle söyledi: "Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır." |
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ(97) Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atın" dediler. |
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ(98) Ona düzen kurmak istediler, ama Biz onları altettik. |
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ(99) İbrahim: "Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir" dedi. |
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ(100) "Rabbim! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver" diye yalvardı. |
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ(101) Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. |
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ(102) Çocuk kendisinin yanısıra yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?" dedi. "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin" dedi. |
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ(103) Böylece ikisi de Allah' a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik. |
وَنَادَيْنَاهُ أَن يَا إِبْرَاهِيمُ(104) Böylece ikisi de Allah' a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik. |
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(105) Böylece ikisi de Allah' a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik. |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ(106) Doğrusu bu apaçık bir deneme idi. |
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ(107) Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ(108) Sonra gelenler içinde "İbrahim'e selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık. |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ(109) Sonra gelenler içinde "İbrahim'e selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık. |
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(110) İşte iyileri böylece mükafatlandırırız. |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ(111) Doğrusu o, inanmış kullarımızdandı. |
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ(112) Ona, iyilerden olan İshak'ı peygamber olarak müjdeledik. |
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ(113) Kendisini ve İshak'ı mübarek kıldık; ikisinin soyundan iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine yazık eden de vardır. |
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ(114) And olsun ki Musa ve Harun'a da iyilikte bulunmuştuk. |
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ(115) İkisini ve milletlerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık. |
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ(116) Onlara yardım etmiştik de üstün gelmişlerdi. |
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ(117) Her ikisine de, apaçık anlaşılan bir Kitap vermiştik. |
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ(118) Her ikisini de doğru yola eriştirmiştik. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ(119) Sonra gelenler içinde "Musa ve Harun'a selam olsun" diye iyi birer ün bıraktık. |
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ(120) Sonra gelenler içinde "Musa ve Harun'a selam olsun" diye iyi birer ün bıraktık. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(121) Doğrusu Biz, iyileri böylece mükafatlandırırız. |
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ(122) İkisi de şüphesiz inanmış kullarımızdandı. |
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ(123) Doğrusu İlyas da peygamberlerdendir. |
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ(124) Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti. |
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ(125) Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti. |
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ(126) Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti. |
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ(127) Bunun üzerine onu yalanlamışlardı. Allah'ın O'na içten bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdi. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ(128) Bunun üzerine onu yalanlamışlardı. Allah'ın O'na içten bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdi. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ(129) Sonra gelenler içinde, "İlyas'a selam olsun" diye bir ün bıraktık. |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ(130) Sonra gelenler içinde, "İlyas'a selam olsun" diye bir ün bıraktık. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(131) Doğrusu Biz iyileri böylece mükafatlandırırız. |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ(132) O, inanmış kullarımızdandı. |
وَإِنَّ لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ(133) Şüphesiz Lut da peygamberlerdendir. |
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ(134) Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lut'u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık. |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ(135) Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lut'u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık. |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ(136) Sonra diğerlerini yok etmiştik. |
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ(137) Sabah akşam, onların yerleri üzerinden geçersiniz. Akletmez misiniz? |
وَبِاللَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ(138) Sabah akşam, onların yerleri üzerinden geçersiniz. Akletmez misiniz? |
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ(139) Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. |
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ(140) Dolu bir gemiye kaçmıştı. |
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ(141) Gemide olanlarla karşılıklı kura çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple denize atılmıştı. |
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ(142) Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu. |
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ(143) Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı. |
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ(144) Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı. |
۞ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ(145) Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık. |
وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ(146) Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. |
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ(147) Onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. |
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ(148) Sonunda ona inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik. |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ(149) Putperestlere sor, kızlar senin Rabbinin de erkekler onların mı? |
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ(150) Yoksa melekleri kız olarak yarattığımızda onlar hazır mı idiler? |
أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ(151) Dikkat edin; doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar, "Allah doğurdu" diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar. |
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ(152) Dikkat edin; doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar, "Allah doğurdu" diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar. |
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ(153) Allah kızları, oğullara tercih mi etmiş? |
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ(154) Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz? |
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ(155) Hiç düşünmez misiniz? |
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ(156) Yoksa apaçık bir deliliniz mi var? |
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ(157) Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin bakalım. |
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ(158) Allah'la cinler (melekler) arasında da bir soy bağı icadettiler. And olsun ki, cinler de, kendilerinin (bunu söyleyenlerin) hesap yerine götürüleceklerini bilirler. |
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ(159) Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ(160) Allah'ın içten bağlı kulları bunların dışındadır. |
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ(161) Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz. |
مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ(162) Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz. |
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ(163) Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz. |
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ(164) Melekler şöyle derler: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz." |
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ(165) Melekler şöyle derler: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz." |
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ(166) Melekler şöyle derler: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz." |
وَإِن كَانُوا لَيَقُولُونَ(167) Putperestler: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kulları olurduk" derlerdi. |
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنَ الْأَوَّلِينَ(168) Putperestler: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kulları olurduk" derlerdi. |
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ(169) Putperestler: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kulları olurduk" derlerdi. |
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ(170) Böyleyken O'nu inkar ettiler. Ama bileceklerdir. |
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ(171) And olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir. |
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ(172) Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir. |
وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ(173) Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ(174) Bir süreye kadar onlara aldırış etme. |
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ(175) Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir. |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ(176) Azabımıza uğramakta acele mi ediyorlar? |
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ(177) O azap, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur! |
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ(178) Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. |
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ(179) İnecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir. |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ(180) Senin güçlü olan Rabbin, onların vasıflandırmalarından münezzehtir. |
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ(181) Ve selam, peygamberleredir. |
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(182) Hamd de Alemlerin Rabbi Allah'adır. |